Yalanı bilerek sürdürmek gibi bir büyük ortak suç var.
Yalanı bilerek sürdürmek gibi bir büyük ortak suç var. Hepimizin ortak olduğu bir suç. Bu siyasal örgütlerimizi, siyasal sistemimizi, toplumsal ilişkilerimizi, bireysel varoluşlarımızı çok etkiliyor. Ve şu soruyu sorduğumuzda; geçmişle hesaplaşmaya girmeden cevap bulmamız çok zor: Peki nasıl çıkarız buradan, böyle bir hayat mümkün mü? Biz nerede tökezliyoruz? Pek çoğumuz hayatında tökezliyor. Siyasi yaşamında, aile ilişkilerinde, gönül ilişkisinde, duygusal dünyasında tökezliyor ve neden tökezliyor diye sorduğumuzda sebebini bulmakta zorlanıyoruz. Bu sebebi bulabilmek için bizim kendi hikâyemizle ilişki kurabilmemiz gerekiyor. Dönüp kendimizi hikâyemizle görmemiz gerekiyor. “Bizi biz yapan hikayeler“ kitabında William Lowel Randall: “İnsan biyolojik değil, biyografik bir varlıktır.“ Şunu anlatmaya çalışıyor: Biz ancak hikâyemizle birlikte varız. Hikâyesiz bir hiçiz aslında. Şöyle düşünün, şu an geçmişinizle ilgili hiçbir bilginiz olmasın, yani hafızanız olmasın. Bir tür amneziye yakalanmış olalım. E ne olarak var kalırız ki geçmişimiz olmayınca?Hafıza olmayınca ne olarak varız? Kendi isminizi de unutursunuz. İsminizi de unuttuğunuz zaman varlık kalmıyor. İnsan olarak bir varlık kalmıyor, biyolojik bir varlığa iniyor. Ama bizi insan yapan şey o biyogeafik yapımızdır. Eğer hikâyemizi kendimizin kılacak bir yöntem bulamazsak yani hikâyemizin tamamında ne olduğunu, birer olay olarak kurmak değil, hikâyemizin kritik yerleri ile ilişki kurmak bize ait kılmaktır. Bunu yapmadığımız takdirde tökezlemeye devam ederiz. Sevgilimizle, karımızla, arkadaşımızla kavga ettiğimizde hikâyemize dönüp bakmadan, o hikâye ile gerçekten samimi gerçekten cesur bir ilşki kurmadan neden tökezlediğimizi de bilemeyiz…
Mithat Sancar, 20-21 Aralık 2014 / Berlin